20 Mayıs 2016 Cuma

Giriş

Giriş

Zavallı insanlar

Size ne oluyor ki,
Allah yolunda ve:
"Rabbimiz, bizi halkı
zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli
(koruyucu sahip) gönder,
bize Katından bir
yardım eden yolla"
diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf
bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?
(Nisa Suresi, 75)
Zulüm gören, işkenceyle öldürülen insanlar, masum bebekler, bir ekmek alacak parası dahi olmayanlar, soğuk havada, bezden çadırlarda neredeyse sokakta yatanlar, hastalıklarını tedavi ettirecek para bulamayanlar veya ihtiyar ve güçsüz olmalarına rağmen hastane kapılarında saatlerce hatta günlerce tedavi sırası bekleyenler, sadece belli bir kabileye mensup oldukları için katledilenler, dinlerinden dolayı evlerinden, yurtlarından çıkartılan kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, bir tarafta ardı arkası gelmeyen israf, diğer tarafta ise açlıktan ve bakımsızlıktan yok olan, ölüme terk edilen zavallı insanlar, sokağa atılan, kendi başının çaresine bakamayacak kadar küçük ve savunmasız çocuklar, ailesini geçindirebilmek için küçük yaşta okula gitmeyip, oyun oynamayıp çalışan veya dilenen çocuklar, her an hasımları tarafından öldürülme korkusuyla yaşayan insanlar…
Burada sayılan insanların varlığından herkes haberdardır. Hemen her gün, gazetelerde, televizyonlarda bu çaresiz, zavallı, kimsesiz ve muhtaç insanların görüntülerine rastlamak mümkündür. Pek çok kimse bu insanların içinde bulundukları durumu görür, onlara acır. Ancak bir süre sonra konuştuğu konuyu ya da seyrettiği kanalı değiştirince veya okuduğu gazetenin sayfalarını çevirince bu insanların varlığını unutur. Çoğu kişi bu insanları bulundukları durumdan kurtarmak için bir çaba harcaması gerektiğini düşünmez. Ve "dünyada o kadar zengin ve güç sahibi insan varken o insanları kurtarmak bana mı kaldı" diyerek sorumluluğu başkalarının üzerine atar.
Oysa bu insanları kurtarmak, tüm dünyanın adalet, huzur, güven ve zenginlik içinde yaşanan, refah dolu bir yer olmasını sağlamak için zenginlik ve güç tek başına yeterli değildir. Örneğin dünyada çok sayıda zengin ve gelişmiş ülke olmasına rağmen Etiyopya'da hala insanlar açlıktan ölmektedirler. Onca gelişmiş teknolojiye ve dünyanın zengin kaynaklarına rağmen insanların bir tabak yemeğe muhtaç olmaları, zenginliğin ve gücün tek başına yeterli olmadığının en açık göstergelerindendir.
Zenginliğin ve gücün, bu zavallı ve muhtaç insanların yararına kullanılması için öncelikle insanların vicdan sahibi olmaları gerekir. Vicdan sahibi olmanın yegane yolu ise imandır. Ancak imanlı insanlar, sürekli olarak vicdanlarını kullanarak hareket ederler.
Sonuç olarak, dünyadaki adaletsizliğin, kargaşanın, terörün, katliamların, açlığın, sefaletin ve zulmün tek bir çözümü vardır: Kuran ahlakı.
Dünyada var olan sorunlara genel olarak bakıldığında, tüm bu olaylara sevgisizlik, nefret, kin, düşmanlık, çıkarcılık, bencillik, umursamazlık, acımasızlık gibi duyguların ve akılsızlığın neden olduğu görülecektir. Bu olayları çözmenin ve tamamen ortadan kaldırmanın yolları ise sevgi, şefkat, merhamet, acıma, karşılık beklemeden hizmet etme şevki, duyarlı olma, fedakarlık, dostluk, hoşgörü, sağduyu ve akıldır. Bu özellikler ise ancak Kuran ahlakını eksiksiz olarak yaşayan insanlara aittir. Allah ayetlerinde Kuran'ın insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarma özelliğini şöyle bildirir:
… Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Maide Suresi, 15-16)
Allah bir başka ayetinde ise Kuran'a uyulmadığında yeryüzünde var olan herşeyin bozulmaya uğrayacağını haber verir:
Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 71)
Şu anda, siz bu yazıyı okurken de, milyonlarca zavallı insan ya eziyet görüyor, ya açlıktan ya da soğuktan ölmemek için dayanmaya çalışıyor. Veya evinden, ailesinden ve çocuklarından koparılıyor, yurdundan sürülüyor. Bu nedenle vicdan sahibi insanlar tüm bunları düşünmeli, tüm bu acılar, felaketler, sıkıntı ve zorluklar kendilerine ve sevdiklerine dokunmuşcasına duyarlı davranmalıdırlar. Ve yardım isteyen insanlara maddi manevi her yönde yardımcı olabilmenin yollarını aramalıdırlar. Allah iman eden, vicdan ve sağduyu sahibi insanların bu sorumluluğu üzerlerine almalarını bir ayetinde şöyle emretmektedir:
Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz? (Nisa Suresi, 75)
Günümüzde bu hizmetin nasıl yapılacağı ise, Kuran ayetleri göz önüne alındığında açıkça ortaya çıkmaktadır. Yapılması gereken en önemli şey, Kuran ahlakının dinsizliğin karşısında üstün gelmesi için, Müslümanların fikri alanda mücadele etmeleridir. Zira zayıf bırakılan, çaresiz, kimsesiz ve korunmaya muhtaç insanların tek kurtuluşu, Kuran ahlakının tüm dünya insanları arasında yayılıp yaşanmasıdır. Öyle ise tüm insanlara Kuran ahlakını anlatmak, dini tebliğ etmek her Müslüman için çok önemli ve aciliyetli bir ibadettir.
Vicdanlarını kullanmayanlar, yetimlere, yoksullara, zavallı masumlara karşı duyarsız ve umursuz davrananlar, dünya hayatında kendilerine verilen malları boşa harcayanlar, zulüm gören kadınları, çocukları, yaşlıları ilgisizce seyredenler, her türlü ahlaksızlığın ve çirkinliğin yeryüzünde yaygınlaşmasından hoşnutluk duyanlar ve bu bakış açısını teşvik eden insanlar ahirette bunların hesabını mutlaka vereceklerdir:
Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ‘ufacık bir yardımı (veya zekatı) da' engellemektedirler. (Ma'un Suresi, 1-7)

Dinsiz İnsanların Amaçsızlığı

Dinsiz İnsanların Amaçsızlığı

Evsizler

 Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve
onları (boş) emel
oyalayadursun.
İlerde bileceklerdir.
(Hicr Suresi, 3)
Günümüzde bazı insanların en büyük eksikliklerinden biri, ciddi bir "amaçsızlık" içinde olmalarıdır. Hemen hemen her insan standart bir yaşam modelini benimser. Karnını doyurmak, barınabilecek bir ev edinmek, aile kurmak ve iş sahibi olmak insanların büyük kısmının elde etmeyi umduğu en yüksek değerlerdir. Bu standart yaşam modelinde, kişilerin en önemli hedefleri ise terfi edebilmek, daha fazla para kazanmanın yollarını bulabilmek ve birkaç çocuk yetiştirebilmektir.
Din ahlakından uzak toplumların büyük bir bölümünün hayatına hakim olan amaçsızlığı ve boşluğu daha iyi anlamak amacıyla, insanların bu sayılanların dışında kalan diğer ilgi alanlarına bakmak faydalı olacaktır. Bazı insanlar yaşamlarını oldukça dar bir dünya görüşü üzerine kurmuşlardır. Genellikle günlük hayatlarında en önem verdikleri konulardan biri takip ettikleri televizyon dizilerini veya ünlü bir sinema filmini kaçırmamaktır. Söz konusu kişiler için bunlardan daha büyük bir amaç ise, sosyal etkinlikler gösteren bir kulüpte görev almak olabilir.
Başka bir insan grubunun zihinleri ise tamamen işleri ile meşguldür. Hayatları boyunca iş yerleri ile evleri arasında gidip gelirler. 20-25 yaşında iş hayatına başlayan bir insan, yaklaşık 40 sene boyunca aynı işleri yapar; hep Cuma gününün gelmesini, vergi ayını problemsiz geçirmeyi, ev kirasını biraraya getirmeyi ve çocuklarının geleceğini garanti altına almayı hedefler. Bu zaman zarfında ülkesinde ve dünyada meydana gelen olaylar ise onu pek ilgilendirmez. Herşeyin sadece ticaretini etkileyecek kısmı ile ilgilenir. Gelişen her türlü olaya kolaylıkla uyum sağlar ve dünyadaki gelişmeler üzerinde hiçbir zaman düşünmez. En fazla bu olayların kendi işini nasıl etkilediği ile ilgili yakınır ve şikayette bulunur. Veya televizyon programlarında sabahlara kadar tartışır ama hiçbir sonuç elde edemeden ve çözüm getirmeden kaldığı yerden hayatına devam eder.
Bazı gençler de aynı amaçsızlık ve boşluk içerisindedirler. Büyük bir çoğunluğunun, ülkelerini kimlerin yönettiğinden, ülkeyi yönetenlerin hangi düşünceleri savunduklarından, bunun ülkenin savunmasından ekonomisine, eğitim sisteminden adalet sistemine kadar nasıl bir etkisi olabileceğinden haberleri bile yoktur. Dünyada meydana gelen olayların ve gelişmelerin büyük bir kısmını bilmezler. Hatta akıllarını dünya tarihine geçecek kadar önemli olan olayların önemini dahi fark edemeyecek kadar boş konularla meşgul ederler. Aralarındaki konuşmalar, bilgisayar oyunları, internette kurdukları arkadaşlıklar, kız veya erkek arkadaşları, okulda olan olaylar, nasıl kopya çektikleri, hafta sonu kimin nereye gittiği ve ne giydiği ya da futbol maçları gibi konulardan öteye gitmez. Zaman zaman bazı dergilerde yer alan anket sonuçlarında da görülebileceği gibi, "En büyük idealiniz nedir?" diye sorulduğunda, ya bir mankene benzemek istediklerini ya da ünlü bir grubun gitarcısı gibi gitar çalabilmeyi amaçladıklarını söylerler.
Amaçsızlıklarından dolayı kendilerini hiçbir konuda geliştirmeyi düşünmezler. Örneğin daha güzel ve etkileyici konuşmayı akıllarına dahi getirmezler; çünkü anlatıp da insanları etkilemeyi düşündükleri tek bir fikirleri yoktur. Veya hiç kitap okumazlar. Bir fikri ve amacı olan kişi, hem kendi düşüncelerine hem de karşı düşüncelere ait kitapları okur, karşı düşünceyi daha iyi tanımayı ve böylece tüm zayıf yönlerini belirlemeyi hedefler. Ama insanın bir fikri olmayınca, elbette mevcut fikirlerin varlığı onun için bir anlam ifade etmeyecektir. Hatta bu insanlar, mevcut fikir ve dünya görüşlerinden de haberdar değildirler. Birçok toplumda kitap ve gazete okuma oranının son derece düşük olması, ama bunun yanısıra dedikodu gazetelerinin ve programlarının büyük rağbet görmesi, bazı insanların boş vakitleri olmasına rağmen günlerini kendilerine hiçbir şey kazandırmayan dizilerle ve faydası olmayan televizyon programları ile harcamaları bu amaçsızlığın ve yozlaşmanın bir sonucudur.
İnsanlık için asıl tehlikeli olan ise, insanların birçoğunun amaçsızlığının ve dünyadan "bihaber" olmasının yanısıra, bir fikre ve dünya görüşüne sahip olan insanların büyük bir kesiminin de "batıl" ve insanlık için "zararlı" olan fikirleri savunuyor olmalarıdır. Çünkü bir yanda insanlara zarar verecek düşüncelerin önderleri ve savunucuları, diğer yanda da yanıbaşındaki tehlikenin farkına bile varamayacak kadar boş ve "nereye çeksen gelen" kalabalık bir insan topluluğu bulunmaktadır.
Anarşi ve terör yanlısı, ülkelerine ve milletlerine zararlı fikirlere sahip kişiler, çevrelerinde örneğin okul kantinlerinde kendi fikirlerine yandaş toplarken, amaçsız ve fikirsiz bir genç kantinde oturup boş boş çevresine bakar yada en fazla kağıt oynar. O anda yanıbaşındaki bir insanın, son derece tehlikeli fikirlerle zehirlendiğinin, belki çok kısa bir süre sonra ülkesinin polisine, askerine ve masum insanlarına silahını çevirecek olan azılı bir suçlu olacağının farkına bile varmaz. Bunun farkına varsa bile bu tehlike onun umurunda olmaz. Zaten bu duruma akılcı bir biçimde müdahale edecek bilinci ve sorumluluğu da gösteremez.
Allah bir ayetinde bazı insanların içinde bulundukları bu amaçsızlığa şöyle dikkat çekmektedir:
Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 3)
Dikkat edilirse, üniversitelerde herhangi yeni bir uygulama başlatıldığında tepki veren kesim, doğruyu ve güzel olanı savunmadığı için tepkisiyle çevresine faydadan çok zarar verir. Diğer kesim ise onları doğru olana çağıracaklarına, devlete bağlılığı, isyankarlıktan uzak durmayı öğütleyeceklerine, tepkisiz kalmayı, bu zararlı fikirlere müdahale etmeyip seyirci kalmayı tercih ederler. Bu arada diğerleri de kin ve nefretle ortaya çıkar, sloganlarla, alkışlarla, taş ve sopalarla yürüyerek insanlara zulmün ve dehşetin başka bir yönünü gösterirler. Ancak tüm çabaları boşa gider; çünkü bu kişiler Allah'ın bildirdiği doğruları savunmamakta, aksine Kuran ahlakına uygun olmayan her türlü davranışı göstermektedirler. Allah bir ayetinde inkar eden insanların dünyadaki çabalarının boşa gidişini şöyle bildirir:
Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. (İbrahim Suresi, 18)
İnsanların bu duruma düşmemeleri için tek çözüm ise, onların "sadece kendi hayatlarını sürdürebilmek ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yaşayan" insanlar olmamalarını sağlamaktır. Bunun için söz konusu kişileri, diğer insanlara hizmet etmeyi, sadece kendi şahsi sorunlarını ya da ülkelerindeki problemleri değil, tüm dünyadaki sorunları çözmeyi hedefleyen ve bu yolda çaba gösteren bireyler olmaları yönünde teşvik etmek gerekmektedir. İnsanlara hedef olarak en doğruyu ve en güzeli gösteren ise Allah'ın insanlar için seçtiği ve Kuran'la bildirdiği dindir:
Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler. (Rum Suresi, 30)
İnsanları yaratan Allah, onların en rahat edecekleri, huzuru ve güveni en fazlasıyla bulabilecekleri dini de yaratmıştır. Dolayısıyla din dışında hiçbir felsefe veya fikir akımı, insanlara aradıkları mükemmelliği ve güzelliği veremez. Bu nedenle hatalı fikirlerin savunuculuğunu yapan insanlara da, fikirlerinin neden hatalı ve geçersiz olduğu delilleri ile anlatılmalı ve bunun yerine doğrusu öğretilmelidir.
Kuran ahlakının anlatılması, hem amaçsız ve başıboş insanların hem de yanlış fikirlerin peşine körü körüne takılmış olanların, dünyanın bir amaç uğruna yaratıldığını görüp anlamaları açısından son derece önemlidir. Allah Kuran'da "…insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat Suresi, 56) ayetiyle insanların yaratılış amacını bildirmiştir.
Her insan bir gün mutlaka ölecektir. Gerçek ve sonsuz hayatı öldükten sonra başlayacaktır. Bu dünyada yaşadığı hayatın amacı ise, gerçek hayatında Allah'ın hoşnut olduğu ve cennetinde ağırladığı bir insan olabilmek için çalışmaktır. Her insanın dünya hayatındaki tavrı, idealleri ve inancı ahiretteki sonsuz hayatının cennette mi yoksa cehennemde mi geçeceğini belirleyecektir. Bu nedenle bazı insanların umursuzca, boş ve değersiz işlerle oyalanmaları, bunlarla ömürlerini tüketmeleri, sanki bu dünyada bulunmalarının bir amacı yokmuş gibi davranmaları, bu insanların acilen uyarılmaları ve içinde bulundukları gafletten uyandırılmaları gerektiğini göstermektedir.
Dünyadaki amacının Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmak olduğunun bilincinde olan bir insan ise çevresinde olup biten hiçbir olaya karşı duyarsız ve kayıtsız kalamaz. Her olayın Allah'ın rızasını kazanmak için bir fırsat olduğunu bilir ve her zaman bunun bilincinde hareket eder. Çevresinde ve tüm dünyada gördüğü bozukluklar veya zulüm vicdanını rahatsız eder. Örneğin zorluk içinde yaşamlarını sürdüren, kışın soğuğunda sokaklarda yaşamak mecburiyetinde olan, ailesiz her çocuğun sorumluluğunu üzerinde hisseder. Allah'ın "Öyleyse, sakın yetimi üzüp-kahretme. İsteyip-dileneni azarlayıp-çıkışma." (Duha Suresi, 9-10) ayetlerinde bildirdiği gibi, onlara güzellikle davranır. Onların içinde bulundukları durumdan kurtulabilmeleri için çaba harcar, çözüm arar. Ancak sadece kendisinin veya çevresindeki birkaç kişinin güzel ahlaklı davranmasıyla bu durumdaki çocukların kurtulamayacağını bilir. Bu nedenle tüm insanların Kuran ahlakını yaşamaları için çaba harcar.

Amaçsızlığın Neden Olduğu Bencillik

İnsanların amaçsızlıkları, bencil, umursuz, sadece kendi çıkarlarını düşünen, olaylara karşı duyarsız ve tepkisiz insanlar ve dolayısıyla toplumlar oluşmasına neden olmaktadır. Tek amacı hayatını devam ettirebilmek olan bir insan, çevresinde olup biten olaylar arasından sadece kendi hayatına yönelik olanları algılar ve yalnızca onların üzerinde durur. Örneğin ticaret yaptığı ülkede iç savaş çıktığını öğrendiğinde tek kaygısı oradan kazanacağı paranın akıbetinin ne olacağıdır. Ama hiçbir zaman o ülkede katledilen insanları, zulme uğrayarak öldürülen bebekleri, insanların yaşadıkları korku ve çile dolu hayatı düşünmez. Bunları aklına dahi getirmez. Sadece kendi parasının derdine düşer, o insanlara herhangi bir şekilde yardımcı olmayı planlamaz. İşte bu, bazı insanların makul karşıladığı, zaten böyle olması gerektiğini düşündükleri bencillik ve umursuzluk örneklerinden sadece bir tanesidir.
Hemen her gün dünyanın dört bir köşesinde Kuran ahlakının yaşanmamasından kaynaklanan karışıklıklara ve dinsizliğin meydana getirdiği zulüm ortamından dolayı zarara uğrayan, dayanılması güç zorluklar yaşayan insanların hayatlarına gazetelerde veya televizyonlarda şahit oluruz. Örneğin Filistin'de, Endonezya'da, Kosova'da, Çeçenistan'da veya dünyanın herhangi başka bir yerinde bir avuç toprak için yerlerde sürüklenen, çocuklarının gözü önünde tekmelenen insanlar, ellerinde taşlarla kendilerini savunmaya çalışan küçük çocuklar herkesin bildiği görüntülerdir. Ancak bazı insanlar bütün bu manzaraları görüp rahat rahat uyuyabilmekte, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla hareket edebilmektedir. Bu insanlar "büyük" düşünmeye, "üstün" bir ahlaka ve "güçlü" bir vicdana göre yaşamaya alışmadıkları için böyle bir umursamazlığı doğal karşılayabilmektedirler.
 Ancak namaz kılanlar hariç; ki onlar, namazlarında süreklidirler. Ve onların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun olan(lar)için. Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. (Mearic Suresi, 22-27)
Oysa buradaki vicdan körelmesini görebilmek için insanın kendisini zulme uğrayan bir kimsenin yerine koyması yeterli olacaktır. Örneğin bu insan, suçsuz insanların katledildiği, eşinin, çocuklarının, kardeşlerinin, anne babasının zulme uğradığı, açlıktan ve dayanılmaz bir yoksulluktan dolayı zorlukla ayakta durabildiği, hasta çocuğunu tedavi ettirebilecek parasının ve imkanının olmadığı veya sebepsiz yere evinden ve yurdundan çıkarıldığı bir ortamda yaşıyor olsa… Ve karşısında böyle bir ortamda bulunmayan ama kazanacağı paranın derdine düşmüş, "Bu insanları ben mi kurtaracağım?" diyerek duyarsızlaşmış bir insan görse ne düşünür? Bu insanın ne kadar vicdansız, umursuz ve insaniyetsiz olduğunu fark etmez mi?
Zulüm gören çocuklar
Asla akıldan çıkarılmamalıdır ki, bugün dünyanın dört bir yanında yaşanan zulümler, haksızlıklar, zorbalıklar ve işkenceler, vicdan sahibi her insanın çözüm araması gereken konulardır. Ancak zulme rıza gösteren bir insan, bunları görmezlikten gelebilir.
Oysa ki halden anlamak ve vicdanlı davranmak için bir insanın kendisinin zulüm görmesi şart değildir. Kişinin bu insanların içinde bulunduğu durumu görmesi ve gördüklerini Kuran ahlakına göre değerlendirmesi yeterlidir. Ama insanlar Kuran ahlakından uzaklaştıkça, bu vicdan duyarlılığından da uzaklaşmış olurlar. Allah dinden uzak insanların bu bencil, duyarsız ve katı tutumlarını ayetlerinde şöyle bildirir:
Gerçekten, insan, 'bencil ve haris' olarak yaratıldı. Kendisine bir şer (kötülük) dokunduğu zaman feryadı basar. Ona bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (veya cimrilik eder). (Mearic Suresi, 19-21)
Allah Mearic Suresi'ndeki bu ayetlerin devamında ise "bencil" ve "haris" olmayan, muhtaç insanları gözeten kişilerin var olduğunu da bildirmekte ve bu insanları şöyle tanımlamaktadır:
Ancak namaz kılanlar hariç; ki onlar, namazlarında süreklidirler. Ve onların mallarında belirli bir hak vardır: Yoksul ve yoksun olan(lar)için. Onlar, din gününü tasdik etmektedirler. Rablerinin azabına karşı (daimi) bir korku duymaktadırlar. (Mearic Suresi, 22-27)
Allah'ın ayetlerde de bildirdiği gibi, Allah'tan korkup sakınan insanlar, zavallı insanların sorumluluğunu üzerlerine alırlar. Çünkü Allah dünya hayatında insanlara doğru ve yanlış olmak üzere iki yol göstermiştir. Allah Kuran'da bu gerçeği şöyle bildirir:
Biz ona 'iki yol-iki amaç' gösterdik. Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi, veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene). Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). "Kapıları kilitlenmiş" bir ateş onların üzerinedir. (Beled Suresi, 10-20)
Yukarıdaki ayetlerde doğru olarak gösterilen yol son derece açıktır. Dolayısıyla Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmayı amaç edinen vicdanlı bir insanın dünyada süregelen zulüm ortamlarına ya da zavallı ve muhtaç insanlara karşı duyarsız kalması, bu insanların akıbetlerini düşünmemesi mümkün değildir.
Vicdan sahibi her insan unutmamalıdır ki, bugün dünyanın dört bir yanında anarşi, zulüm ve zorbalık milyonlarca insanın sefalet ve dehşet içinde yaşamalarına neden olmaktadır. "Onların sefaletinden başkaları mesul, benim bunda ne sorumluluğum olabilir ki" demek vicdan sahibi bir insana yakışmaz. Allah elbette ki güç yetirebilen, eli ayağı tutan her kişiye ahirette bu zavallı insanların hesabını soracaktır. Meydanı, bu insanlara zulmedilmesine zemin hazırlayan fikir akımlarına bırakan, nasılsa kendisine bir zarar vermiyor diye insanlığı yok etmeyi amaçlayan ideolojiler ile mücadele etmeyen her insan, kabul etsin veya etmesin, zulmedenlerle aynı cephede yer alıyor demektir. Din ahlakı yaşanmadığı sürece, sorumsuz ve başıboş olduğunu zanneden, kimseye hesap vermek zorunda olmadığını düşünen, sadece kendi çıkarlarını korumanın ve hayatta kalmanın hesabı içinde olan insanların oluşturduğu bir toplum modeli hakim olacaktır.
 ...Bir boynu çözmek (bir köleye özgürlük vermek)tir; ya da açlık gününde doyurmaktır, yakın olan bir yetimi, veya sürünen bir yoksulu. Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak... (Beled Suresi, 13-17)
Nitekim, dinsizliğin temelini oluşturan materyalist felsefe ve materyalizme "sözde" bilimsel destek sağlayan evrim teorisinin temelinde, manevi değerlerden tamamen yoksun, hiç kimseye hesap vermek zorunda olmayan, sorumsuz ve başıboş bir insan modeli oluşturma emeli vardır. Evrim teorisine göre insan tesadüflerin oluşturduğu, maymundan türemiş, gelişmiş bir hayvandır. İnsana böylesine ilkel gözle bakan bir inançta, diğer insanlar için fedakarlık yapılması, acı çeken bir insanın kurtarılması, ona şefkat ve merhamet duyulması beklenemez. Dahası evrim teorisine göre hayat sadece güçlülerin yaşama hakkı elde ettiği bir mücadele yeridir, zavallı ve zayıf olan yok olmaya mahkumdur. Dünya üzerindeki insanlar yıllardır okullardan, televizyon ve gazetelerden, çevrelerindeki insanlardan bu telkini almaktadırlar. Bu telkini ortadan kaldırmanın, insanlar arasında şefkat, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma duygularını yerleştirmenin tek yolu, insanlara Kuran ahlakını tebliğ etmek ve dinsizliğin dünyada ve ahirette getireceği kayıpları anlatmaktır. Bu, her Müslümanın üzerine düşen önemli bir sorumluluktur. Böyle büyük ve şerefli bir sorumluluğu üstlenenlere Allah güzel bir sonuç vaat etmiştir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca Bana ibadet ederler ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkar ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

Allah Korkusu Olmazsa Ne Olur?

Allah Korkusu Olmazsa Ne Olur?

Savaşlar



 Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz. (Fecr Suresi, 17-20)
Her tavrının bir karşılığı olduğunun bilincinde olan ve Allah'a kavuşacağını bilen bir insanla, kimseye hesap vermek zorunda olmadığını zanneden bir insanın davranışları arasında büyük bir farklılık vardır. Allah korkusu olmayan bir insan her türlü kötülüğü işleyebilir, çıkarları için her türlü ahlaksızlığa göz yumabilir. Örneğin çok sıradan bir sebepten veya dünyevi bir çıkar için "gözünü bile kırpmadan" adam öldürebilen bir insan, bunu Allah'tan korkup sakınmadığı için yapar. Çünkü Allah'a ve ahiret gününe kesin bir bilgiyle iman etse, asla ahirette hesabını veremeyeceği bir şey yapamaz.
Kuran'da Hz. Adem'in oğullarından örnek verilerek Allah'tan korkan bir insanla korkup sakınmayan bir insan arasındaki keskin farklılığa dikkat çekilmiştir:
Onlara Adem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah'a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: "Seni mutlaka öldüreceğim." (Öbürü de:) "Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder."
"Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (Maide Suresi, 27-28)
Aç insanlar
Allah korkusunun olmamasının bir insanın üzerinde yapacağı en büyük tahribatlardan biri, vicdansızlıktır. Vicdansız insanlar acı çeken, zor durumda olan insanlara yardım etmek için çaba harcamazlar.
Allah korkusu olmayan taraf, kardeşini hiçbir suçu olmadığı halde, gözünü bile kırpmadan öldürebilirken, diğeri ölüm tehdidi aldığı halde kardeşini öldürmeye yeltenmeyeceğini söylemektedir. İşte bu, o kişinin sahip olduğu Allah korkusunun bir sonucudur. O halde toplumun tüm bireyleri Allah korkusuna sahip olduğunda cinayet, zulüm, haksızlık, adaletsizlik gibi Allah'ın hoşnut olmayacağı tüm olaylar son bulacaktır.
İnsanların ahlaksızlıklarının ve zalimliklerinin bir diğer nedeni ise dünyaya olan tutkulu bağlılıklarıdır. Bu yapıdaki insanlar dünyada fakir kalma, geleceğini garanti altına alamama endişesi taşırlar. Bu nedenle birçok insan rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, yalancı şahitlik, fuhuş gibi suçları alışkanlık haline getirir. Oysa Allah'a iman eden bir insan için Allah'ın razı olması herşeyin üzerindedir. Böyle bir insan Allah'ın hoşnutluğunu kaybedeceğini bildiği bir şeyden şiddetle sakınır. Sadece Allah'tan korkar; ne ölüm, ne açlık, ne de başka bir zorluk onu doğru bildiği yoldan ayıramaz.
Dolayısıyla da Allah korkusu olan bir insan, koşullar ne olursa olsun Kuran ahlakından taviz vermez. Böyle bir insan aynı zamanda son derece güvenilirdir de. Her zaman vicdanlı tavırlar gösterir. Tek başına olduğunda bile, Allah'ın kendisini gördüğünü ve işittiğini bildiği için, hiçbir koşul altında vicdansızca, zalimce davranmaya kalkışmaz.
Dinsizlik ise vicdansızlığı teşvik eder. Örneğin bir kişinin arabasıyla bir insana çarptıktan sonra arkasına dönüp bakmadan kaçması, o kişinin dinden uzak oluşunun bir göstergesidir. Can çekişen, belki gerekli müdahale ile kurtarılabilecek bir insanı vicdansızca kendi haline bırakan kişi, insanlardan kaçarak kurtulacağını düşünür. Ama bu sırada Allah'ın her anına şahit olduğunu düşünmez. Oysa Allah'ın azabından ve hesap gününden kaçış hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah yapılan tüm haksızlıkların, zalimliklerin, vicdansızlıkların karşılığını hesap gününde eksiksiz olarak verecektir. Kuran'da Allah şöyle buyurmaktadır:
…Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandıysa, (ona) eksiksiz olarak ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar. Allah'ın rızasına uyan kişi, Allah'tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o. (Al-i İmran Suresi, 161-162)
İnsanlara Allah'ın ayetleri hatırlatıldığı ve bu önemli gerçek telkin edildiği takdirde bu tarz vicdansızlıklar da engellenmiş olacaktır.
Dinden uzak insanların vicdansızca tavırlarına bir başka örnek olarak tıp konusunda eğitim almadığı halde çeşitli alanlarda doktorluk yapan kişileri de verebiliriz. Bu kimseler yeterli bilgi birikimleri ve tecrübeleri olmadığı halde rahatlıkla insanları kandırabilmekte, üstelik onların sağlıklarını tehdit edecek, ölümlerine sebep olabilecek kadar ciddi konularda dahi böyle bir vicdansızlığa başvurabilmektedirler. Bunu yaparken düşündükleri ise, kendilerine dünyevi birtakım çıkarlar sağlamak ve para kazanmaktır. Oysa Allah bir ayetinde "emanetleri ehline teslim etmeyi" (Nisa Suresi, 58) emretmiştir. Bir insanın sağlığı da önemli bir emanettir. Dolayısıyla da Allah'ın bu ayeti uygulandığında, insanların bilmedikleri konularda çalışma yapmaları, diğer insanlara zarar verebilecek girişimlerde bulunmaları söz konusu olmaz.
Allah'tan korkmayan insanların yaptıkları vicdansızca tavırlarla her yerde, yaşamın her anında karşılaşmak mümkündür. Örneğin Allah'ın azabını uzak gören, düşünmeyen bir insan kolaylıkla masum bir insana iftira atabilir. Onun için önemli olan insanları ikna edebilmek ve onları söylediklerine inandırabilmektir. Böyle bir insan Allah'ın herşeye şahit olduğunu ve ahirette hiçbir şeyin unutulmadan ortaya konacağını düşünmez. Bu nedenle iftirada bulunduğu masum kişinin zor durumda kalması, sıkıntı çekmesi, hapis yatması gibi olaylar onun vicdanını rahatsız etmez. Oysa Allah iftira atmanın karşılığını Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Kim bir hata veya günah kazanır da sonra bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, böyle bir yalan (bühtan)ı ve apaçık bir günahı yüklenmiştir. (Nisa Suresi, 112)
Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur; siz onu kendiniz için bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise büyük bir azab vardır. (Nur Suresi, 11)
Allah'tan korkup sakınmayan bir insan diğer insanlara kesinlikle değer vermez. Örneğin çoğu lokanta sahibinin mutfaklarında sıhhi koşullara dikkat etmemelerinin, yaşlı insanlara hürmet edilmemesinin, ilkyardıma kaldırılan acil hastaların yeterli ilgiyi görmedikleri için ölmelerinin, zavallı insanların itilip kakılmalarının, bir avuç toprak için milyonlarca masum insanın katledilmesinin nedeni, insanların Allah korkusuna sahip olmamalarıdır.
Sahte ilaç
Sabah Gazetesi, 23/3/99
Sahte doktor
Sabah Gazetesi, 11/1/98
Sahte ilaç
Sabah Gazetesi, 11/5/99
Hiçbir eğitimleri ve tecrübeleri olmadığı halde, sırf maddi hırsları yüzünden insanların canlarını tehlikeye atabilen kişiler vardır. Yandaki küpürlerde görülenler, Allah korkuları olmayan ve bu yüzden insan hayatına değer vermeyen bu gibi kişilere sadece birkaç örnektir.
Allah korkusuna sahip olan insanlardan oluşan bir toplumda, kimse bu tür davranışlarda bulunmaz. Tüm bunların hesap günü karşısına getirileceğini bilir. Bu bilinçteki insanlardan oluşan bir topluma ise elbette huzur ve güven duygusu hakim olur. Ayrıca Allah'tan korkan insanlar fuhuştan ve her türlü çirkinlikten sakındıkları, saygı, şefkat ve merhamet konusunda duyarlı oldukları için aile yapıları da sağlam olur. Aile yapısı sağlam olan bir ülkede, insanların birbirlerine bağlılıkları sayesinde devlet yönetimi de güçlü olur.

Karşılık Beklemeden İyilikte Bulunmak

Allah korkusu olan bir insan aynı zamanda vicdanına uyan ve daima Kuran ahlakına uygun hareket eden bir insandır. Kuran'da tüm insanlara karşılıksız olarak hayır işlemeleri, insanlara yardım etmeleri, onlara güzel bir yaşam sunmaya çalışmaları emredilir. Bir ayette "Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma." (Müddessir Suresi, 6) emriyle, insanın yaptıklarında dünyevi bir çıkar gözetmemesi gerektiğine dikkat çekilmiştir. Allah'ın bu emirlerine uyan ve yaptıklarından dünyevi bir karşılık beklemeyen bir insanın tek bir amacı vardır; o da Allah'ın kendisinden razı olması, onu cennete layık bir kul olarak kabul etmesidir.
Ancak dikkat edilirse günümüzde yapılan hayır işlerinin büyük bir kısmı dünyada kazanılacak bir karşılığa dayandırılmaktadır. Örneğin bir işadamı "sözde" yardım için vakıf kurar, ancak asıl amacı ödeyeceği verginin düşmesini sağlamaktır. Görünürde maddi bir karşılık elde etmiyor olsa bile, yaptığı yardım tüm halka gazeteler ve televizyon programları aracılığı ile duyurulur. Bunun sonucunda elde ettiği karşılık ise gösteriştir. Buna benzer birtakım çıkarlar uğruna yapılan yardımlar aslında çoğunlukla işe de yaramaz. Sadece insanların görüp takdir edecekleri kısımları gösterişli hale getirilir. Örneğin tırlarla yiyecek yardımı gönderilir, ama ya yiyecekler ihtiyaca yönelik olmaz ya da bozuk çıkar. Veya gönderildiği yerde bu yiyeceklerin dağıtımını sağlayacak bir sistem düşünülmediği için tonlarca yiyecek heba olur.
Başka bir örnek olarak da şunu verebiliriz: Siyasetle ilgilenen bazı insanların genelde ağızlarında hep amaçlarının hizmet olduğu sloganı vardır. Ama bu kişiler bakan olarak seçilmediklerinde bir anda partilerine olan sadakatlerini ve sözde "amaçları"nı bir kenara iterek, gerçek amaçlarının mevki ve makam olduğunu gösterebilmektedirler. Bu zihniyetteki insanların toplumlara ne kadar fayda getirecekleri ise şüphelidir.
Kısacası samimi niyetle yapılmayan işlerin bir bereketi ve faydası olmaz. Allah bu gerçeği bir ayetinde şöyle bildirir:
Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağnak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kafirler topluluğuna hidayet vermez. (Bakara Suresi, 264)
Samimi bir niyetle, insanlara fayda sağlamak ve karşılığında Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yapılan hayırlar ise Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi son derece bereketli ve kazançlı olur. Allah insanların samimi niyetlerine karşılık olarak her işlerinde onları başarıya ulaştırır, onlara işlerinde fayda sağlayacak çeşitli yollar açar. Bir ayette bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip- güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağnak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağnak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, yaptıklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 265)
Sadece Allah'ın rızasını gözeten bir insanın yapacağı hayırların, göstereceği fedakarlıkların sınırı da yoktur. Dinden uzak bir toplumda birçok insan herhangi bir fedakarlığın altında mutlaka bir çıkar vardır diye düşünür. Oysa ki bu mantık, dinsizliğe aittir. Çünkü Allah rızasının aranmadığı bir toplumda, yalnızca çıkarlar ön planda tutulur. İnananlar ise Allah'ın rızası dışında hiçbir çıkar gözetmezler:
Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler. "Biz size, ancak Allah'ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimiz'den korkuyoruz." Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir. (İnsan Suresi, 7-11)
İşte kitabın ilerleyen bölümlerinde çok detaylı olarak inceleyeceğimiz sorunların çözümleri Allah'ın ayetleriyle açıklanmıştır. Yalnızca Kuran ahlakını yaşamak bu sorunları köklü olarak ortadan kaldırabilir. Fakir insanların ihtiyaçlarının gözetilmesi, yaşlılara gerekli saygının gösterilmesi, çocukların güzel bir ahlakla yetiştirilerek dejenerasyondan uzak tutulmaları, çeşitli felaketlere uğrayan toplumlara acil yardımların ulaştırılması, haksız yere bir ülkeye savaş açan, hiçbir suçu olmayan binlerce insanı katleden zalim fikir sistemlerinin çökertilmesi, devlete ve millete isyankar bir yapıya göz yumulmaması ve bunlar gibi her türlü sorunun tek çözümü Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği Kuran'a uymaktır. Kuran'da emredilen ahlaki özellikler yaşandığı müddetçe dünya üzerindeki her türlü fesat ortadan kaldırılabilecektir. Aksinde ise insanlar kendi kendilerini bilerek zalim bir sisteme mahkum etmiş olurlar. Allah Kuran'da insanların kendi kendilerine verdikleri zarara şöyle dikkat çekmiştir:
İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır. (Rum Suresi, 41)

Akıl İle Gelen Çözümler

Dünya üzerinde yaşanan sorunlara çözüm bulabilmek ve her alanda insanlığa fayda sağlayabilmek için akıl, basiret (keskin görüş, özü kavrayış gücü) ve feraset gibi özelliklere sahip olabilmek son derece önemlidir. Ve bu özelliklerin elde edilmesi de yine sadece Kuran ahlakına uymakla mümkün olabilir. Allah bir ayetinde imanın getirdiği akla şöyle dikkat çekmiştir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. (Enfal Suresi, 29)
İnsanlar kimi zaman karşılaştıkları sorunlara çözüm getirmek isteyebilirler. Ama bu kişiler de imanın kazandırdığı kavrayışa, çözüm bulma kabiliyetine, basiret ve ferasete sahip olmadıkları için yeterli bir sonuç elde edemezler. Çoğu zaman imanın şevki olmadığı için aldıkları kararları uygulama konusunda hep erteleme yaparlar veya önemli detayları hesaplayamadıkları için çeşitli aşamalarda tıkanıp kalırlar.
Örneğin bugün dünya ülkelerinin genelinde sokakta yaşayan kimsesiz çocuklar önemli bir sorundur. Ancak bu çocuklara sahip çıkmaya, onların suç işlemelerine, uyuşturucu kullanmalarına engel olmaya yönelik keskin bir çözüm bir türlü alınamamaktadır. Alınan cılız tedbirler, yapılan küçük çaplı yardımlar yeterli olmadığı için bu insanlar yaşamlarını sokaklarda geçirmekte, sonunda da ya bir suçtan dolayı hapse atılmakta, ya intihar etmekte ya da bakımsızlıktan ölmektedirler. Oysa bu çocuklara iyi bir eğitimle Kuran ahlakı öğretilse, gerekli imkanlar sağlansa böyle hatalı yollara sapmazlar. Allah'tan korktukları için suça yönelmez, aksine devletlerine, milletlerine fayda getirmeye çalışan bireyler haline gelirler.
Evsiz çocuklar
Bugün dünyada binlerce evsiz çocuk, kendilerine sahip çıkılmadığı için suç işlemeye ve uyuşturucu kullanmaya müsait ortamlarda yaşamaktadır. Büyük bir olasılıkla bu çocuklar, gelecekte yaşadıkları toplumlara fayda yerine zarar getireceklerdir.
Bu konuda bir başka örnek ise tedavi masrafı yüksek bir hastalığa yakalanan insanların durumudur. Eğer hastalığa yakalanan kişi zenginse tedavi olup hastalıktan kurtulma imkanı vardır. Ama eğer hasta kişi fakirse, tedavi masraflarını karşılayamadığı için açıkça ölüme terk edilmektedir. Hiç kimse çıkıp bu konuya bir çözüm bulalım, akılcı bir önlem alalım diye düşünmemektedir.
Kuşkusuz bu umursamaz tavrın temelinde yine Allah korkusunun eksikliği ve bundan kaynaklanan bir akılsızlık yatmaktadır. Doğruyu yanlıştan ayırma konusunda eksik olan insanlar karşılaştıkları sorunlara da çözüm bulamamaktadırlar. Bu, inkarcı insanlara has bir tutumdur. Allah Kuran'da bu karakterdeki insanların durumunu şöyle bildirmiştir:
İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)
Oysa Kuran ahlakına tabi olan insanların, sahip oldukları akıldan kaynaklanan çözüm bulma, kaynak bulma, organizasyon yapma kabiliyetleri son derece gelişmiştir. Bu kişilerin yönlendirmesiyle yapılacak organizasyonlar ile imkan sahibi birçok insanın maddi olanakları bu yönde kullanılabilir. Öncelikle insanlar mevcut sorundan haberdar edilebilir ve çözüm için öneriler sunulur. Örneğin birkaç işadamının sokakta yaşayan çocukların barınacakları ve eğitilecekleri yerleri hazırlatması çok kolay ve kısa sürecek bir aşamadır. Kuran ahlakını yaşayan bir toplumda maddi imkanı yerinde olan her aile, bu çocuklardan yalnızca birinin bakımını ve eğitimini üstlense, böyle bir sorun köklü olarak ortadan kalkar. Güzel ahlaklı ve akıllı insanlar bu tip pratik çözümlerle her türlü sorunun altından rahatlıkla kalkabilirler. Veya aynı şekilde hasta olup tedavi masraflarını karşılayamayan insanların tespit edilip, gerekli harcamalarının özel bir bütçeden karşılanması da çok rahatlıkla sağlanabilir. Bu tür konularda önemli olan tüm dünyanın sahip olduğu potansiyeli en hayırlı olacak yerlere, israfı tamamen engelleyerek en verimli şekliyle kanalize etmektir. Bu, Allah'ın Kuran'da insanlara emrettiği bir davranıştır.
Parasızlık
Bugün dünyada binlerce evsiz çocuk, kendilerine sahip çıkılmadığı için suç işlemeye ve uyuşturucu kullanmaya müsait ortamlarda yaşamaktadır. Büyük bir olasılıkla bu çocuklar, gelecekte yaşadıkları toplumlara fayda yerine zarar getireceklerdir.
Newsweek Temmuz/99
Sabah Gazetesi, 6/9/95
Türkiye Gazetesi, 2/7/95
Hastalık
Hürriyet Gazetesi, 14/5/94
Ölüme terkedilenler
Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18/12/96
Hastanelerdeki şartlar
Yeni Yüzyıl Gazetesi, 18/7/95
Gerçekte imkan olduğu halde, sırf gerekli şekilde organize olunamadığı ve imkanlar akılcı bir şekilde kullanılmadığı için bugün birçok insan hastanelerde zor şartlar altında tedavi edilmektedir. Kimileri ise parasızlık nedeniyle hiç tedavi olamamaktadır. En üstte soldaki resimde "Para Yoksa, Doktor da Yok" yazısı bu konuyu açıklamaktadır.
Olaylara vicdanlarını ve akıllarını kullanarak sahip çıkan insanlar çok hızlı bir şekilde eksikleri ve ihtiyaçları tespit ederek, çözüm için yöntemler üretebilirler. İnsanlar genellikle eksiklikleri göremezler veya görmezlikten gelirler. Vicdanlarını rahatsız etse bile ne yapacaklarını bilemezler veya harekete geçmeye üşenirler. Çünkü hayatlarının büyük bir bölümünü bu konuya ayırmak zorunda kalacaklarını düşünür ve rahatlarını kaçırmak istemezler. Ancak akıl ve vicdan sahibi kimselerin bu insanlar yerine olayları organize etmeleri, insanları güçleri ve imkanları doğrultusunda yönlendirmeleri ve şevklendirmeleri sonucunda birçok sorun büyük bir hızla çözüme ulaşabilir.
Teşvik etmek ve insanları harekete geçirerek hayır işlerinde aracı olmak Kuran'da makbul olarak gösterilen bir özelliktir:
Kim, güzel bir aracılıkla aracılıkta (şefaatte) bulunursa, ondan kendisine bir hisse vardır; kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ondan da kendisine bir pay vardır. Allah herşeyin üzerinde koruyucudur. (Nisa Suresi, 85)
Aksi bir davranış ise inkarcıların özelliği olarak belirtilmiş ve insanlar böyle bir ahlaktan menedilmişlerdir:
Hayır; aksine, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksula yedirmek için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası, sınır tanımaz (helal, haram aldırmaz) bir tarzda yiyorsunuz. Malı 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz. (Fecr Suresi, 17-20)

Gerçek Adalet, Kuran Ahlakının Yaşanması İle Sağlanabilir

Gerçek Adalet, Kuran Ahlakının
Yaşanması İle Sağlanabilir

Fakirlik



 Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)


Adalet, toplumsal düzeni sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Her ülkenin kendine özgü bir adalet sistemi vardır. Ancak dünya geneline baktığımızda, adaletin uygulanmasında karşılaşılan zorluklar nedeniyle, sürekli ideal model arayışının devam ettiğini görürüz.
Tüm dünyada ulaşılmaya çalışılan ideal modelin temeli ise, insanlar arasında ayrım yapılmadan, herkesin yaptığının karşılığını tam olarak aldığı bir adalet mekanizmasının oluşturulmasıdır. Bu modele ulaşmak için geliştirilen yeni metodlara, farklı yaklaşımlara, üretilen projelere ve çözümlere rağmen, adaletin tam olarak sağlanmasında çeşitli güçlüklerle karşılaşılmaktadır.
Bu gibi olumsuzlukların temel nedeni ise toplumun genel ahlak yapısında oluşan bozulmalar ve çöküntülerdir. Allah'ın emrettiği güzel ahlakın yaşanmamasından kaynaklanan bu çöküntü, toplumları her alanda olumsuz yönde etkilemektedir.
Dolandırıcılık, rüşvet, yolsuzluk, adaletsizlik ve bunların benzeri daha pek çok olayın nedeni işte bu çöküntüdür. Günlük hayatın her alanında bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Örnek olarak ticari hayatta çok sık rastlanan olaylardan bir tanesini verelim. Bir işadamı başka bir kişiyi rahatlıkla dolandırabilmekte ve o kişinin parasını, evini, arabasını haksız yere, hile yaparak almakta bir sakınca görmemektedir. Dolandırdığı kişi ile senelerdir süregelen bir dostluğunun olması, dolandırılan kişinin maddi-manevi pek çok yönden zor durumda kalacak olması gibi konular dolandıran kişiyi hiç ilgilendirmez. Dolandırıcılık yapan kişi için dostluk, aile bağları, manevi değerler, toplumsal kurallar, güzel ahlak gibi ölçüler geçerli değildir. Bu kişinin ölçüsü sadece kendi çıkarlarının korunmasıdır.
Allah'ın tüm yaptıklarından haberdar olduğunu, her hareketinin bir gün hesabını vereceğini hiç düşünmeyen, dolandırıcılığın haksız bir kazanç olduğunu, adaletli bir davranış olmadığını aklına getirmeyen bu kişinin çevresindeki diğer kişilerle olan ilişkileri de bu doğrultuda olacaktır.
Bu konuda şöyle bir örnek de verebiliriz. Bir insan dolandırıcılık yapmanın büyük bir suç olduğunu düşünebilir ve bu nedenle ömrü boyunca, hiçbir şekilde böyle bir davranışta bulunmayabilir. Ancak aynı kişi kendine bir çıkar sağlayabileceğini düşündüğü anda başka bir insan ile ilgili yalancı şahitlikte bulunabilir, yapmadığı bir şeyden dolayı o kişiye iftira atabilir. Kendi içinde de şartların onu zorladığını, bakması gereken bir ailesi olduğunu ve daha pek çok bahaneyi öne sürerek vicdanını rahatlatabilir. Oysa bütün bu mazeretler iftira atmanın kötü bir ahlak olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Burada genel olarak tarif ettiğimiz model, toplum genelinde özellikle kişinin kendi menfaatlerinin zarar göreceğini düşündüğü anlarda ortaya çıkmaktadır. Hırsızlık yapan da, zulüm yapan da, dolandırıcılık yapan da hep bu mantıkla hareket edecektir. Herkesin kendi çıkarını gözettiği böyle bir toplumda sonuç olarak adaletsizlik, çıkar kavgaları ve kargaşa ortaya çıkacaktır.
Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir kişi hangi şartlar altında, ne gibi bir zorlama ile karşı karşıya olursa olsun böyle bir şeye tenezzül etmeyecek ve güzel ahlak göstermekten vazgeçmeyecektir. Güçlü bir Allah korkusu olan kişi, her yaptığının, söylediği her sözün bir gün karşısına çıkacağı gerçeğini unutmaz. Yalnızca kendi çıkarlarını düşünme, servet yığıp-biriktirme, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olanları görmezlikten gelme gibi ahlaki bozuklukların sonucunda ortaya çıkan adaletsizliğin elbette tek çözümü vardır. Her olayda olduğu gibi bu konuda da çözüm Kuran ahlakının insanlar arasında yaygınlaştırılmasıdır. Çünkü Allah iman eden ve bu üstün ahlakı yaşayan kullarına Kuran'da kesin bir adaleti emretmektedir:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır… (Nisa Suresi, 135)
Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Ayetlerde belirtilen bu adalet anlayışına sahip insanların yaşadığı bir toplum, adaletsizliğin asla yer alamayacağı bir ortam olacaktır. Çünkü Kuran ahlakının yaşandığı bir ortamda, en yakın akrabalar da dahil olmak üzere kişinin yakınlık derecesi, maddi durumu ya da mevkisi gibi şartların hiçbir önemi olmadan keskin bir adalet uygulanması esastır.
Ancak günümüzde dünya ülkelerinde gördüğümüz uygulama daha farklıdır. Kimi zaman bir insanın maddi gücü, mevkisi, çevresi göz önünde bulundurularak işlediği bir suç gözardı edilebilmektedir. Veya yaptığı bir suçun karşılığında hak ettiği ceza verilmeyebilmektedir. Oysa gerçek adaletin yaşandığı toplumlarda o anki durum ve şartlar gözetilerek, kişinin ayrıcalık yaratacak (akrabalık, mal-mülk, itibar gibi) özellikleri dikkate alınmadan adil bir tutum sergilenir.
Hırsızlık
Sabah Gazetesi, 9/5/99 - Hürriyet Gazetesi, 10/6/99
Hırsızlık
Sabah Gazetesi, 19/8/98
Hırsızlık
Sabah Gazetesi, 26/1/99
Kuran ahlakını yaşamayan bir insan rahatlıkla dolandırıcılık yapabilir. Hatta kendi ailesini, yakınlarını, çalıştığı şirketi bile vicdanında hiçbir sıkıntı duymadan dolandırabilir.

Gerçek Adaletin Yaşanmadığı Toplumlarda Ne Gibi Aksaklıklar Ortaya Çıkar?

1. Yalancı Şahitlikler Artar

Bilindiği gibi adaletin sağlanmasında ve doğruların tespit edilmesinde şahitlerin önemi büyüktür. Görgü tanıklarının ifadeleri doğrultusunda pek çok olay kısa sürede çözümlenebilir. Haklı ve haksız ayırt edilebilir. Ancak Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda doğru olanı şahitler yoluyla tespit etmek güvenilir bir yöntem olmaktan uzaktır. Çünkü Kuran ahlakına uymayan kişiler, adaletli bir şekilde doğruyu söylemek ve haklı olanın yanında yer almak yerine, para karşılığında ya da herhangi bir çıkar gözeterek rahatlıkla yalan söyleyebilirler.
Hatta kimi zaman çok önemli olmasına rağmen bir olayda şahitlik yapmaktan da kaçınırlar. Çünkü bunun sonucunda zarar göreceklerini, başlarının derde gireceğini düşünürler. Oysa Allah bir ayetinde şahitliğin gizlenmemesi gerektiğini şöyle bildirmektedir:
…Şahidliği gizlemeyin. Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkardır. Allah, yaptıklarınızı bilendir. (Bakara Suresi, 283)
Kimi zaman da bu kişilerin bir kişiye olan kinleri ve nefretleri onları doğruyu söylemekten alıkoyar. Yalancı şahitlik yaparak, olayları çarpıtarak adaletle hükmedilmesine engel olurlar.
Kuran ahlakını yaşamayan bu kişiler özellikle kendi çıkarları ve kendi istekleri ön planda olduğu zamanlarda adaleti gözetmezler. Verdikleri ifade sonucunda bir insanın suçsuzken boş yere senelerce hapishanede kalacağını, bu sırada o kişinin ve ailesinin çekeceği sıkıntıları akıllarına bile getirmezler. Kendilerini söz konusu kişinin yerine koyup, aynı durumda olsalar neler hissederlerdi diye de düşünmezler.
Allah bu gibi insanların içinde bulunduğu duruma Kuran'da dikkat çekmekte ve buna karşılık şartlar ne olursa olsun adaletli davranmayı şöyle emretmektedir:
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide Suresi, 8)
Adalet yapmak yerine korku, para, hırs gibi kavramların esiri olarak hareket eden kişiler, ancak Kuran ahlakını benimsediklerinde üzerlerindeki bu ağırlıklardan kurtulacaklardır. Allah'ın her an yanlarında olduğunu bilerek hareket ettiklerinde, içinde bulundukları durum ne olursa olsun, ne gibi bir tehdit, ne gibi bir korku altında olurlarsa olsunlar, ne tür bir menfaat teklif edilirse edilsin adaletten, doğrunun yanında olmaktan kesinlikle taviz vermeyeceklerdir. Çünkü müminler, söyledikleri her sözün ahiret gününde karşılarına çıkacağını ve hesabını vereceklerini bilen insanlardır. Allah bir ayetinde Kuran ahlakını yaşayan ve bundan taviz vermeyen kişilerin yalan yere şahitlikte bulunmayacaklarını şöyle bildirmektedir:
Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve yararsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir. (Furkan Suresi, 72)
Adaleti gözetmek yerine kendi çıkarlarını gözeten kişilerin düşünmesi gereken başka bir nokta da bir gün aynı duruma kendilerinin de düşebileceğidir. O duruma düştüklerinde kendileri adalet isteyecekler, doğru şahitlik yapacak birini arayacaklardır. İşte bu duruma düşmek istemeyen her insan, Allah'ın emrettiği güzel ahlakın tebliğ edilmesi konusunda çaba harcamalı, kendisi de bu üstün ahlakı hiç taviz vermeden yaşamalıdır.

2. İnsanların Birbirlerini Değerlendirmelerindeki Ölçü, Para ve Mevki Olur

Kuran ahlakını yaşamayan toplumlarda insanların birbirlerini değerlendirirken esas aldıkları ölçü para ve mevkidir. Toplumun bütün kesimlerine hakim olan bu anlayışın örneklerini her yerde görmek mümkündür.
Bir mağazaya gelen iki farklı kişiye karşı mağaza görevlilerinin gösterdikleri farklı tavırlar bu konudaki en belirgin örneklerden biridir. Müşterilerin dış görünüşlerine göre tavırlarını ayarlayan görevliler, zengin olduğunu tahmin ettikleri kişiye karşı saygılı ve güler yüzlü davranırken, maddi durumu iyi olmayan müşteriye azarlar gibi davranacaklardır. Her ikisi de aynı şeyleri almak maksadıyla mağazaya girmiş olsalar da mağaza elemanlarının tavırları müşterilerin maddi durumları, dış görünüşleri ya da ünlü olmaları gibi ölçülere bağlı olacaktır.
Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir kişi için ölçü bunlar değildir. Böyle kişiler çevrelerindeki insanları hiç ayırt etmeden sadece "insan" olarak değerlendirirler. Bir insana değer vermeleri için o kişinin parasının olup olmaması, evinin büyüklüğü, kıyafetlerinin markası ve çokluğu, yüzünün güzelliği, kültür birikimi, yaptığı iş, eğitim seviyesi ve benzeri değer yargılarına ihtiyaçları yoktur. Allah Kuran'da insanlar arasındaki sevgide ölçü olarak imanı ve Kendisi'ne olan yakınlığı vermiştir. Bu nedenle müminler için geçerli olan tek ölçü de budur.

3. Eğitim Konusunda Yaşanan Sıkıntılar

Toplumu oluşturan bireylerin en doğal haklarından bir tanesi de eğitimdir. Din, dil, ırk, maddi durum farkı gözetilmeden her birey eşit ölçülerde eğitim alma hakkına sahiptir. Oysa sosyal adaletin tam olarak sağlanamadığı toplumlarda eğitim konusunda da problemler ve çözümsüzlükler yaşanmaktadır. Bu çözümsüzlüklerin en başında eğitim hakkının maddiyata bağlı olarak kazanılması gelmektedir. Pek çok ülkede yeterli maddi imkan bulamadığı için iyi bir eğitim alamayan çok sayıda çocuk ve genç vardır. Bunun dışında okulların kaliteleri ve bu kaliteden yararlanma oranları da yine maddi olanaklar doğrultusunda değişmektedir.
Maddi yönden destek alan okullarda her konu için özel laboratuvarlar kurularak, çok faydalı bir eğitim uygulanabilirken kısıtlı imkanlar nedeniyle kimi okullar bu yönden yetersiz kalmaktadır. Bu da öğrencilerin araştırma yapma ve kendilerini geliştirme gibi faaliyetlerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Bunun yanında her insan istediği dalda eğitim alma hakkına da sahiptir. Nitekim eğitimde yüzde yüz başarının elde edilmesi ve verimin her yönden artması için kabiliyetlerin öne çıkarılacağı bir eğitim sistemi kuşkusuz daha faydalı olacaktır. Ama günümüz toplumlarında maddi imkansızlıklar nedeniyle eğitimini belli bir aşamada bırakmak zorunda kalan ya da mesleki yönde tercihini kabiliyete göre değil de çeşitli etkenlere göre ayarlamak zorunda kalan çok sayıda insan vardır.
Zor şartlarda eğitim
Dünya üzerindeki pek çok toplumda karşılaşılan en önemli sorunlarından biri de eğitimdir.
Bütün toplumları çok yakından ilgilendiren bu gibi problemlerin çözümü ise Kuran ahlakının yaşanmasıyla sağlanır. Çünkü böyle bir ortamda eğitim konusunda yetersizlik söz konusu olmaz. İnsanlar Kuran'a uymanın getirdiği akılcılık ve çözüm bulma kabiliyeti ile, her alanda olduğu gibi bu alanda da çeşitli modeller üretirler. Öncelikle böyle bir toplumda zengin fakir ayrımı diye bir konu olmaz. Daha önce de belirttiğimiz gibi herkes ihtiyacı dışında kalanı hayır işlerine harcar. Böyle büyük bir imkanın halkın sağlığı, eğitimi gibi aciliyetli konulara aktarılmasıyla bu sorunlar kendiliğinden ortadan kalkar. Hatta bu ahlak dünya genelinde yaşandığında, ülkeler arasında da zengin fakir ayrımı kalkar. Maddi imkanları yüksek olan ülkeler, ihtiyaçları dışında kalan kaynaklarını daha geri kalmış ülkelere bir karşılık beklemeksizin, hayır için aktarırlar.
Eğitim konularında çözüm üretmek, kuşkusuz tüm Müslümanlara düşen önemli bir görevdir. Çünkü gençlerin Allah'ın Kuran ile bildirdiği gibi bir hayat yaşamaları, kendilerine yaşam amaçlarını öğreten, Allah'ın yeryüzünde ve evrendeki yaratılış delillerini gösteren bir eğitim alabilmeleri herkesin sorumluluğundadır. Aksi takdirde zihinleri inkarcı sistemlerin boş bilgileriyle doldurulan, sonuç olarak da ülkesine, milletine, dinine fayda sağlayamayan gençlerin varlığı kaçınılmaz hale gelir. Gençlerin aldıkları yetersiz eğitim sonucunda tamamen yanlış yollara yönelmelerinin, dinin sunduğu güzelliklerden uzak kalmalarının, inkar yolunu benimsemelerinin vicdani sorumluluğunu yüklenmek ise kuşkusuz Allah'tan korkan bir insanın göz yummayacağı bir davranıştır.

4. Kadın-Erkek Eşitsizliği

Gerçek adaletin yaşanmadığı toplumlarda kadın-erkek ayrımı son derece belirgindir. Dünya genelinde kadın-erkek eşitsizliği konusu son derece önemli bir problem oluşturmaktadır. Öyle ki kadınlar dünyadaki pek çok ülkede çoğu zaman ikinci sınıf vatandaş muamelesi görerek toplumdan dışlanırlar. Güçsüz ve korunmaya muhtaç oldukları düşünüldüğü için de genellikle ezilir ve hor görülürler. Yine bu gibi nedenlerden dolayı kadınların fikirlerine de çok fazla değer verilmez.
Bu düşüncelerin hakim olduğu toplumlarda kadınların iş hayatında belli bir mevkiye sahip olmaları hatta belli bir kariyere ulaşarak zekalarını, becerilerini kanıtlamış olmaları yadırganır. Tüm dünya genelinde kadınlar için kendine güvensiz, beceriksiz, titrek, zihinsel yönü pek o kadar da gelişmemiş bir insan imajı yaygındır. Bu yanlış "kadın karakteri" anlayışı sonucunda, bir kadının yaptığı her hata, o kişinin insan olduğu için değil de kadın olduğu için yaptığı bir hata şeklinde yorumlanır.
Söz konusu toplumlarda, bir iş yeri için aynı eğitime, aynı zeka ve beceriye sahip olmasına rağmen erkekler ve kadınlar arasında bir seçim yapılması gündeme geldiğinde, tercih genellikle erkek eleman yönünde yapılır. Bu nedenle kadınların görev aldıkları alanlar oldukça sınırlıdır.
Toplumdaki bu genel kanaatle birlikte çoğu kadın da kendisini bu yanlış kanaatlerin kapsamında kabul etmişlerdir. Bu kabulün bir sonucu olarak da pek çok toplumda kadınlar geri planda kalmakta bir sakınca görmemektedirler.
Kadına dayak
Sabah Gazetesi, 26/4/99 - Sabah Gazetesi, 3/10/98 - Hürriyet Gazetesi, 9/3/98
Dünya geneline bakıldığında hala kadın-erkek eşitsizliğinin önemli bir sorun olarak yaşandığı ülkelerin bulunduğu göze çarpmaktadır. Burada görülenler sadece sıradan birkaç örnektir.
Geri kalmış ülkelerin çoğunda ise kadın-erkek eşitsizliği çok daha farklı boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerde kadınlara eğitim, seçme-seçilme, iş sahibi olma gibi temel haklar dahi verilmemektedir. Hatta evlenirken eşlerini seçme hakkına da sahip değildirler. Bir konu hakkında fikir beyan etmeleri ise söz konusu bile değildir. Kadınlar kendileri ile ilgili hiçbir kararı veremezler. Onların adına her türlü karar babaları ya da eşleri tarafından verilir.
Burada sadece birkaç tanesini sıraladığımız bu yanlış yaklaşımlara yıllardır çeşitli çözümler bulunmaya çalışılmaktadır. Kadınların haklarını korumak için kurulmuş olan dernekler, özgürlük, eşitlik, feminizm gibi kavramların tartışmaya açılması, çeşitli projeler hazırlanması, konferanslar, paneller düzenlenmesi bu çözüm arayışlarından sadece birkaç tanesidir. Bütün bu çabalara ve çalışmalara rağmen zaman içinde bulunan çözümlerin de gerçekte çözümsüzlüklerle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Bu sonuç son derece doğaldır. Çünkü asıl çözüm diğer bütün sorunların çözümünde de olduğu gibi Kuran'dadır.
 Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 71)
Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda, toplumu oluşturan bireyler arasında kesinlikle bir ayrım yoktur. Bir insanın kadın, erkek, zengin, fakir, yaşlı, genç veya çocuk olmasının önemi yoktur. Önemli olan bu kişilerin cinsiyetleri, mevkileri, servetleri ya da başka herhangi bir vasıfları değil yaptıkları iyi işler ve Allah'a olan yakınlıkları yani takvalarıdır. Allah bir ayetinde Müslümanlara "Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır." (Bakara Suresi, 197) hükmüyle bu konuyu hatırlatmıştır. Ayrıca Kuran'da, müminlerden, salih amellerde bulunan kadınlar ve erkekler olarak bahsedilir. Kuran'da müminlerin erkek veya kadın olmalarının değil, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamalarının önemine dikkat çekilir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 71-72)
Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden (Allah'a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah'a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah'tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah'tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve (Allah'ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. (Ahzab Suresi, 35)
Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir 'çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar' bile haksızlığa uğramayacaklardır. (Nisa Suresi, 124)
Kadınların Toplum Hayatında Çektiği Sıkıntılar
Dinden uzak toplumlarda kadınların karşı karşıya kaldıkları en büyük sorunlardan bir tanesi de boşanma sonrası yaşanan sıkıntılardır. Evlendiklerinde eşleri tarafından çalışma hakkı tanınmayan ve bu nedenle maddi yönden eşlerine bağımlı yaşamak zorunda kalan kadınlar, boşandıklarında son derece zor durumda kalabilmektedirler.
Dünya genelinde boşanan kadınların kimi herhangi bir mesleğe sahip olmadığı, kimi yaşının ilerlemiş olması nedeniyle çalışma gücü kalmadığı, kimi ise hiçbir ek sosyal hak tanınmadığı için büyük zorluklar çekmektedir. Bundan başka boşandıktan sonra her iki tarafın kendine göre taleplerinin olması, tarafların yalnızca kendi çıkarlarını düşünüyor olması gibi nedenlerle de bu sorun daha da zorlaşmakta ve anlaşmazlıklar artmaktadır.
Oysa Kuran ahlakını yaşayan bir toplumda bu gibi sıkıntılar yaşanmaz. Kişilerin evlilikleri gibi boşanmaları da gönül rızasıyla olacağı için evlenirken eşler arasında var olan saygı ve sevgi, boşanırken de aynı şekilde korunur. Çünkü iki taraf da birbirini kadın veya erkek olarak değil, Allah'a iman eden insanlar olarak, takvalarına göre değerlendirir ve bu doğrultuda güzel davranışlarda bulunurlar.
Bununla birlikte Kuran'da kadınların boşanma gibi durumlarda sıkıntıya düşmemeleri için alınmış olan çok fazla önlem vardır. Örneğin kadınlar maddi yönden kesin bir güvence altına alınmışlardır. Her iki tarafın karşılıklı anlaşma sağlaması neticesinde belirlenen maddi yardım ve boşanan kadınlara nasıl davranılması gerektiği ayetlerde şöyle tarif edilmektedir:
(Kocası tarafından) Boşanan (kadın)ların maruf (meşru) bir tarzda yararlanma (ve geçim pay)ları vardır. Bu, sakınanlar üzerinde bir hak (borç) tır. (Bakara Suresi, 241)
…Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında, maruf (meşru ve örfe uygun) bir şekilde yararlandırsın. (Bu,) iyilik edenler üzerinde bir haktır. Eğer onlara mehir tespit eder de, el sürmeden boşarsanız, bu durumda -kendileri veya nikah bağı elinde olanın bağışlaması hariç- tespit ettiğiniz (mehr)in yarısı onlarındır. Sizin (tümünü veya fazlasını) bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü (derece farkını) unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı görendir. (Bakara Suresi, 236-237)
Geniş imkanları olan nafakayı geniş imkanlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah'ın kendisine verdiği kadarıyla versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylığı kılıp-verecektir. (Talak Suresi, 7)
Bundan başka kadınlara evlilik sırasında verilmiş olan malların boşandıktan sonra geri alınmaması gerektiği de ayetlerde belirtilmiştir. Boşanılan kadınların barınma ihtiyaçlarının sağlanması, kadınlara zorla mirasçı olunmaya kalkışılmaması da ayetlerde dikkat çekilen konulardandır.
Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi çözüm yine Kuran ahlakının yaygınlaştırılmasında yatmaktadır. Kuran ahlakının yaşandığı bir toplumda diğer bütün toplumsal sorunlarda olduğu gibi kadınların zor durumda kalmaları, horlanmaları, sıkıntı çekmeleri gibi durumlar söz konusu olmayacaktır.

5. Dünyadaki Kaynaklardan Eşit Yararlanma

Toplumların geneline bakıldığında, insanların, dünya kaynaklarından eşit ölçülerde yararlanamadıkları görülür. Örneğin yetişkin bir insanın günlük enerji ihtiyacı yaklaşık 2800 kalori olarak kabul edilir. Dünya genelinde mevcut olan besin maddeleri de her insanın bu günlük ihtiyacını karşılaşabilecek düzeydedir. Ama buna rağmen dünyada halen 800 milyondan fazla insan açlık çekmektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık %75'inin (1991'de 4.03 milyar kişi) aldığı günlük kalori bu miktarın altındadır ve ülkeden ülkeye bu oranlar değişiklik gösterir. Bunun nedeni yiyecek maddelerinin ülkeler üzerinde eşit olmayan dağılımıdır. Yine başka bir istatistiğe göre gelişmekte olan ülkelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak (yiyecek, içecek su, sağlık önlemleri, sağlık bakımı ve eğitim) yılda yaklaşık olarak 40 milyar dolara mal olmaktadır ki, bu da dünyanın en zengin 225 insanının toplam mal varlığının %4'ü anlamına gelmektedir.1
Bu istatistiksel bilgilerden de görüldüğü gibi, bir ülkede fazla olan kaynaklar kimi ülkeler için hayati önem taşıdığı halde eşit bir dağılım sağlanamamaktadır. Zengin ülkelerde kimi zaman kullanım sahası bulunamadığı için israf edilen kaynaklar, ihtiyacı olan insanlara ulaştırılmamaktadır. Bu konuda bazı Afrika ülkelerinde yaşanan sıkıntılar tüm dünyaca bilinen örneklerdir.
Ancak kaynakların eşit dağıtılamaması yalnızca yiyecek ve içecek maddeleri için geçerli bir durum değildir. Örneğin sağlık hizmetleri konusunda da kaynakların dünya çapındaki dengesiz dağılımı nedeniyle çeşitli problemler ve çözümsüzlükler yaşanmaktadır. Bilindiği gibi günümüzde dünya çapında salgın halinde olan son derece tehlikeli hastalıklar bile kolaylıkla tedavi edilebilmekte ve yaygınlaşması engellenebilmektedir. Bunun gerçekleşmesi ise gelişmiş ülkelerin kullandığı tıbbi teknoloji ve maddi güç ile mümkün olabilmektedir. Bununla birlikte geri kalmış ya da yeni gelişmekte olan ülkelerde durum tamamen farklıdır. Diğer ülkelerde kolaylıkla hallolabilen sağlık sorunları, bu yoksul ülkelerde tüm ülkeyi etkisi altına alabilecek kadar büyük problemler yaratabilmektedir.
Örneğin cüzzam hastalığı bakteriler vasıtasıyla ortaya çıkan, son derece bulaşıcı ve kolaylıkla salgın haline gelebilen bir hastalıktır. Yüzyıllar boyunca tedavi edilemez olarak düşünülen cüzzamın günümüzde ilaçla tedavisi yapılabilmektedir. Gelişmiş ülkeler için sorun teşkil etmeyen bu rahatsızlık, yoksul ülkelerde çözülemeyen bir problem halini almıştır. Çünkü tedavinin uzun sürmesi, ilaçların pahalı olması gibi nedenlerle dünyanın yoksul ülkelerinde cüzzam tam olarak önlenememiştir. Ülkeler arasında gerçekleşecek ilaç aktarımı sayesinde kolaylıkla tedavi edilecek bu hastalığın pek çok ülkede halen varlığını sürdürüyor olması son derece düşündürücüdür.
Cüzzam hastalığı
Cüzzam hastalağına yakalanmış 14 yaşında bir Endonezyalı.
Cüzzam sadece tek bir örnektir. Benzer pek çok hastalık geri kalmış ülkelerdeki maddi yetersizlikler ya da teknolojik eksiklikler gibi nedenlerle tamamen yok edilememekte hatta çoğu yerde tedavi dahi edilememektedir. Oysa bu gibi sağlık problemlerinin çözümü son derece kolaydır. Kimi ülkelerde depolarda beklerken israf olan malzemelerin akılcı biçimde düzenlenecek organizasyonlarla gerekli olan yerlere aktarımı gibi yöntemlerle sağlık problemleri kolaylıkla hallolacaktır.
Bu konuda başka bir örnek olarak da teknolojik imkanların yeryüzündeki eşit olmayan dağılımını verebiliriz. Gelişmiş ülkelerde üretim alanlarının artırılması için tarım teknolojisi üzerinde pek çok çalışma yapılmaktadır. Elde edilen başarılı sonuçlar sayesinde verimsiz çöl topraklarına bile su ulaştırılmakta ve bu alanlar üretim yapılır hale getirilmektedir. Bu konuda yapılan çalışmalardan bir tanesi de bilgisayar kontrolünde gerçekleştirilen sulama teknolojisidir. Bu sulama sisteminin amacı su kaybını sıfıra indirmektir. Kullanılan teknoloji ile su akışı doğrudan bitkilerin kök bölgelerine yönlendirilmekte, bu sayede tek bir damla suyun bile boşa gitmesi engellenebilmektedir. Yine çöl tarımının desteklenmesi amacıyla her türlü suyun kullanılır hale getirilmesini sağlayacak çalışmalar da yapılmaktadır. Bu çalışmaların neticesinde de sel ve deniz suları gibi kaynaklar arıtılmakta ve tarım için kullanılmaktadır.
Bu yöntemler gelişmiş ülkeler tarafından halen uygulanmakta ve çöller yeşertilerek tarım yapılabilir hale getirilmektedir. Bu, elbette ki sevindirici bir teknolojik gelişmedir. Yalnız burada düşündürücü olan nokta aynı teknolojinin, ciddi anlamda ihtiyaç içinde olan, tarım alanları yeterli olmadığı için halkı açlık tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkelerde de uygulanması yönünde bir girişim olmamasıdır. Yoksul ülkelerin ellerindeki kısıtlı imkanlar, geri kalmış teknolojiler sebebiyle en verimli bölgelerde dahi tarım yapılamamakta ve bu da söz konusu ülkelerde açlık tehlikesi yaratmaktadır.
İsrafİsraf
İsraf

Bugün kimi ülkelerde ürün fiyatını artırmak amacıyla kamyonlar dolusu sebze, meyve çöpe atılmaktadır. Ancak dünya üzerinde atılan bu ürünlere muhtaç olan, açlık sınırında yaşayan çok sayıda insan vardır. Yeryüzü kaynaklarının akılcı dağılımı ile hem israf engellenebilir, hem de aç insanlar kurtulabilir.
...Ürün verdiğinde ürününden yiyin ve hasad günü hakkını verin; israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez. (En'am Suresi, 141)
Kimi zaman bütün bir ülke halkının açlıkla birlikte ölüm tehdidi altında olmasına, bu durum tüm basın-yayın organlarında yer almasına ve bütün insanlar bu durumdan haberdar olmasına rağmen gerçek anlamda bir çözüm üretilmemektedir. Hep gelip geçici tedbirlerle, kısa vadeli girişimlerle bir şeyler yapılmaktadır. Ancak kuşkusuz böyle "üstünkörü" alınan tedbirler ciddi anlamda bir fayda sağlayamamaktadır.
Burada önemli olan nokta süratli bir şekilde çözüm üretilmesi ve üretilen çözümlerin köklü ve uygulanabilir niteliklerde olmasıdır. Açlık çeken ülkelere günümüzde pek çok yardım yapılmaktadır. Ancak bu yardımların çoğu, ihtiyaçlar doğrultusunda değil de depolardaki fazlalıklardan kurtulmak için yapılan göstermelik yardımlar olmaları sebebiyle amaçlarına ulaşmamaktadır. Ya da organizasyon bozuklukları nedeniyle yardımlar ihtiyaç sahiplerine götürülemeden bozulmaktadır. Yardım amaçlı vakıflar kurulmakta ama araştırıldığında bu vakıfların çoğunun kuruluş amaçlarının kişisel çıkar sağlamak olduğu anlaşılmaktadır.
Bugün Amerika gibi dünyanın en zengin ülkesinde dahi 10 milyon aç insanın yaşıyor olması, eldeki imkanların akılcı kullanılmadığının açık bir göstergesidir.
Açlık
Cumhuriyet Gazetesi, 16/10/99
Açlık
Milliyet Gazetesi, 6/1/99
Açlık
Kesin bir çözüme ulaşılamamasının altında yatan sebepler de yine bencillik, kişisel çıkarlar ve hırslar, umursamazlık gibi ahlaki bozukluklardır. Ve bu bozuklukların ortadan kalkmasının tek yolu da, insanlara Kuran'ın sunduğu ahlak modelini anlatmak, vicdansızlığın ahirette hesabının verileceğini hatırlatmaktır.
Sağlık ve tarımla ilgili problemlerden verilen örneklerde de görüldüğü gibi dünya üzerinde her konuda adaletin uygulanması ile pek çok problem çözülecektir. Yalnız burada üzerinde durulması gereken önemli bir nokta vardır. Adil dağılım denildiğinde akla herşeyin her yerde ve her kişide aynı oranlarda olması gerektiği gibi bir anlam gelmemelidir. Burada kastedilen yalnızca ihtiyaçların tam olarak karşılanmasıdır. Örneğin çölleri yeşertme teknolojisinin her ülkede bulunmasına gerek yoktur. Bir ülkenin kendi vatandaşlarının ihtiyacı varken başka bir ülkeye ilaç ve yardım göndermesi de beklenmez. Bundan başka ülkedeki her vatandaşta aynı miktarlarda mal-mülk olmasına da gerek yoktur. Önemli olan bir tarafta ihtiyaç içinde, sıkıntı çeken kimseler varken başka bir tarafta israfın yaşanmasından kaynaklanan bir uçurumun olmamasıdır.
Allah'ın ayetlerde dikkat çektiği "ihtiyaçtan arta kalanının infak edilmesi" (Bakara Suresi, 219) emrine uygun hareket edildiğinde toplumları huzura yönelten adil dağılım kolaylıkla sağlanacaktır.
TarımTarım
Tarım



Günümüzde Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi tarım teknolojisinde gelişmiş ülkeler kuru toprağı, verimli toprak haline getirebilmektedir. Aynı imkanların acil olarak kuraklık çeken ülkelere de taşınması gerekmektedir.
 Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir." (Bakara Suresi, 215)

Gerçek Adaletin Yaşanmasının Getireceği Sonuç: Huzur

Bütün bu gerçekler düşünüldüğünde, bir toplumda ancak Kuran ahlakı yaygınlaştığında ortaya tam anlamıyla adaletli bir yapının çıkacağı hemen görülecektir. Çünkü Kuran ahlakının yaşanması beraberinde güzel ahlakı ve aklı getirir. Çıkarcı, bencil, umursamaz kişilerin yerini aklını tüm insanlar için kullanan, adil, merhametli, sürekli çözüm üretebilen kişiler alır ki bu da pek çok problemin çözümlenmesi demektir.
 Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık.
(Araf Suresi, 165)
Gerçek adaletin sağlandığı toplumlarda sahtekarlık, çıkar gözetme, birbirinin hakkına tecavüz etme gibi ahlak bozukluklarına insanlar tenezzül etmezler. Çünkü Kuran ahlakının temel özelliklerinden olan yardımlaşma, merhamet gibi vicdanlı tavırların sonunda kesin olarak adaletli bir ortam oluşur ve herkesin çıkarı, herkesin hakkı korunmuş olur. Bütün bunların neticesinde de toplumun tamamına huzur ve güven hakim olur. O halde tüm Müslümanların yapması gereken, Allah'ın hoşnut olacağı ahlakı insanlara anlatmak, hak dini tüm dünyaya tebliğ etmektir. Çünkü bu inananların Kuran'da dikkat çekilen en önemli özelliklerinden biridir. Allah ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)
Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, (İslam uğrunda) seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler, kötülükten sakındıranlar ve Allah'ın sınırlarını koruyanlar; sen (bütün) mü'minleri müjdele. (Tevbe Suresi, 112)
Allah Kuran'da bu üstün ahlakı yaşayan ve tüm insanları da bu şekilde yaşamaya davet eden insanlardan söz etmiştir. Allah yalnızca insanları kötülüklerden sakındıranların kurtuluşa erebileceğine de şöyle dikkat çekmiştir:
Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, Biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulmedenleri yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azap ile yakaladık. (Araf Suresi, 165)

DİPNOTLAR

1.UNESCO the COURIER, Mart 1999, s.14, 21